Avrupa Birliği’nin ASCEND adlı çalışması, veri merkezlerini yörüngeye yerleştirmenin teknik, ekonomik ve çevresel açıdan mümkün olduğunu ortaya koyuyor. Bu çalışma, dijitalleşme sürecinin hızla artan enerji ihtiyacına bir çözüm sunmayı hedefliyor. Peki, bu proje nasıl gelişiyor ve ne tür zorluklar barındırıyor?
Veri merkezleri, dijitalleşme sürecinin bel kemiğini oluştururken, aynı zamanda büyük miktarda elektrik ve su tüketiyor. Uluslararası Enerji Ajansı‘na göre 2026’da küresel veri merkezlerinin toplam elektrik tüketimi 1,000 terawatt-saatin üzerine çıkabilir.
Belirtilen bu rakam, Japonya’nın yıllık elektrik tüketimine eşdeğer. Yapay zeka ve diğer gelişmiş teknolojilerle birlikte bu ihtiyaç daha da artıyor. Bu bağlamda, ASCEND projesi, veri merkezlerinin enerji talebini azaltmak ve güneş enerjisinden faydalanmak amacıyla bu merkezleri uzaya göndermeyi planlıyor. Proje yöneticisi Damien Dumestier, bu merkezlerin 1,400 kilometre yükseklikte yörüngeye oturtulmasının amaçlandığını belirtiyor.
Uzaydaki veri merkezlerinin teknik ve ekonomik boyutları
ASCEND’in hedefi, 2036’da 10 megavat kapasiteli 13 uzay veri merkezi modülünü devreye sokmak. Her bir modül, 6,300 metrekarelik bir yüzey alanına sahip olacak ve tek bir uzay aracı ile fırlatılacak. Bu modüllerin toplamda 1 gigavat kapasiteye ulaşması ve dijital sektörde önemli bir enerji tasarrufu sağlaması bekleniyor. Ancak bu hedefe ulaşmak için 2050 yılına kadar 1,300 modülün fırlatılması gerekecek.
Uzaydaki veri merkezlerinin çevresel etkileri de önemli bir konu. Yeni nesil, daha az emisyon üreten roketlerin geliştirilmesi gerekiyor. ArianeGroup, bu tür roketlerin geliştirilmesi için çalışmalara başladı bile. İlk çevre dostu roketin 2035’te hazır olması ve sonraki 15 yıl içinde gerekli kapasitenin oluşturulması hedefleniyor.
Yapay zekanın enerji açlığı ve karbon ayak izi
Yapay zeka teknolojileri, özellikle büyük dil modelleri ve derin öğrenme algoritmaları, muazzam miktarda işlem gücü gerektiriyor. Bu da beraberinde yüksek enerji tüketimi ve dolayısıyla karbon salımı anlamına geliyor. Araştırmalar, bir yapay zeka modelinin eğitiminin, ortalama bir otomobilin ömrü boyunca ürettiği karbon emisyonunun beş katına (yaklaşık 626.000 pound karbondioksit eşdeğeri) kadar çıkabileceğini gösteriyor.
Örneğin, MIT’nin yaptığı bir araştırmada 2020 yılında OpenAI tarafından geliştirilen GPT-3 modelinin eğitimi için harcanan enerjinin, 126 tane evin yıllık enerji tüketimine eşdeğer olduğu tahmin ediliyor. Bu durum, yapay zekanın çevresel etkileri konusunda endişeleri artırırken, ASCEND gibi projelerin önemini daha da vurguluyor. Uzayda güneş enerjisiyle çalışan veri merkezleri, yapay zeka gibi enerji yoğun teknolojilerin karbon ayak izini azaltmada potansiyel bir çözüm olarak öne çıkıyor.
Uzayda veri güvenliği ve gelecek beklentileri
Uzaydaki veri merkezlerinin bir diğer önemli boyutu güvenlik. Merima Dzanic, uzayın giderek politize edilmesi ve silahlanma yarışının veri güvenliği konusunda riskler doğurabileceğini belirtiyor. Özellikle askeri, yayıncılık, telekomünikasyon ve finansal ticaret hizmetleri gibi spesifik uygulamalar için uzay veri merkezleri uygun olabilirken, diğer hizmetlerin bu merkezlerden verimli bir şekilde yönetilmesi zor görünüyor.
ASCEND projesi, Avrupa Birliği’nin yapay zeka ekosisteminde rekabet avantajı kazanmasını amaçlıyor. Bu proje, veri egemenliği sağlama yolunda önemli bir adım olabilir. Uluslararası Uzay Ajansı ile yapılan görüşmeler, projenin sonraki aşamaları ve ağır yük taşıyıcı roketlerin geliştirilmesi üzerine yoğunlaşıyor.
Temassız ödemelerde şifresiz limit 1500 TL oldu
Uzaydaki veri merkezleri, dijitalleşmenin artan enerji ihtiyacına yenilikçi bir çözüm sunabilir. Ancak bu çözümün hayata geçmesi, teknik, ekonomik ve çevresel birçok zorluğun üstesinden gelinmesini gerektiriyor. Avrupa’nın bu alandaki hamleleri, gelecekte dijital dünya için önemli bir mihenk taşı olabilir.
Öne çıkan kaynak görseli: NASA / Unsplash