COVID-19 salgını küresel ekonomiyi alt üst etti. Birçok ülke ani ve benzeri görülmemiş bir durgunluk dönemine girdi. Salgın sonrasını yüksek doğrulukla öngörmek zor olsa da, bu krizin ciddi değişiklikleri tetiklediği bugünden görülebiliyor.
Çok az endüstri reformdan, yeniden yapılandırılmadan veya dağılmadan kaçabilir. BU nedenle çeviklik, ölçeklenebilirlik ve otomasyon yeni ekonomik çağın moda sözcüklerine dönüştü. Uzun yıllardır bu becerilere sahip olanların dramatik rekabet avantajı bulunduğu biliniyordu. Yeni haber ise aynı grubun salgının ekonomik etkilerinden en hafif şekilde etkilenmesi ve salgın sonrası dönemde ekonomik kazanan olacak olmaları.
Salgın sonrasında yürürlüğe konulan devlet teşvik paketleri, piyasalara likidite sağladı ve ekonomileri ayakta tuttu. Burada amaç, çeşitli ülkelerdeki kilitlenmeler ortadan kalkar kalkmaz resesyonun mümkün olan en kısa sürede aşılmasını sağlayacak şartların önceden yerine getirilmesiydi. Yine de, daha fazla sermayeye sahip olan büyük şirketler, salgının etkileriyle mücadele eden daha küçük oyunculara kıyasla ölçekleriyle orantılı dev avantajlara sahipler.
Artık “önce dijital” olmak zorunda
Salgın sonrası dönemi büyük ve küçük ölçek ayrımıyla masaya yatırmak mantıklı bir yaklaşım değil. Zira, finteklerin ve dijital girişimlerin büyük bankalar ve dev tüketici markalarına karşı rekabet ettiği o bilindik satranç oyunu artık oynanmıyor. Bunun yerine, 2000’lerin başından bu yana dillere pelesenk olarak “önce dijital” iş sloganının tüm kurum ve kuruluşlar için artık zorunlu hale geldiğini görünüyoruz. Bu açıdan bakıldığında, salgınla birlikte dijitalleşmenin ilk gerçek sınamasının yaşandığını söyleyebiliriz.
COVID-19 birçok endüstriyi yeniden doğmaya ya da en azından kapsamlı bir kabul değişimine zorluyor: Evde daha fazla zaman geçiriyoruz ve tüketim, tedarik, etkileşim, üretkenlik gibi konuları yeniden değerlendirip tekrar keşfetmemiz gerekiyor. Sonuç olarak tüm endüstrileri yakından ilgilendiren ciddi paradigma değişimlerine şahit oluyoruz.
Örneğin, nakit ödemelerden dijital ödemelere geçiş önemli ölçüde hızlanıyor: Örneğin bu yıl 31 ülkede, sosyal mesafe önlemlerini desteklemek için temassız ödemelerin meblağ sınırları kaldırıldı. Büyük Britanya’da ise ATM’lerin kullanımı zaten yıllık bazda 6 ile 14 oranında azalırken, salgın esnasında kullanımları yarıdan fazla düştü. Bu gelişmelerin ödeme biçimlerinin esnekliği, üretim açığı, bankacılık iş modelleri ve toplum da dahil olmak üzere birçok alanda önemli etkileri bulunuyor.
BYOD trendinde ipin ucu kaçtı
Çalışma pratiklerinde ise “kendi cihazını getir (BYOD)” eğiliminin aşırıya kaçtığını şimdiden görüyoruz. Uzaktan birlikte çalışmak veya sosyalleşmek için giderek daha fazla kullanıcı Zoom, Slack, Microsoft Teams ve hatta Houseparty uygulaması gibi araçlara yöneliyor. Dünyanın dört bir yanında her dakika milyonlarca kişisel ve iş etkileşimi gerçekleşiyor.
Çözümlerini bulut bilişimin tam potansiyelini gerçekleştirmek için tasarlayan şirketler, salgın ortamının ekonomik ve pratik baskılarını daha az hissediyor. Örneğin bulut, şirketlere dijital ödeme yöntemlerine kolay erişim sağlıyor. Ek olarak, evdeki uzak ofiste çalışanlar iş uygulamalarına hızlı ve güvenli bir şekilde erişebildiğinden, teknoloji salgın esnasında şirketlerin çalışmaya devam edebilmesini sağladı. Ancak bulut aynı zamanda finansal esneklik de sunuyor: Daha yavaş iş geliştirme deneyimi yaşayan kuruluşlar, zorluklarla karşılaşan iş alanlarının teknoloji maliyetlerini dinamik olarak ayarlayabiliyor.
Tedarik zincirleri yeniden yapılanıyor
Tedarik zincirlerinin gerçek zamanlı olarak yeniden yapılandırılması gerekiyor. Kişisel koruyucu ekipmanlara (KKE), vantilatörlere ve diğer ilaçlara olan talep hızla artarken, imalatçılar kendilerini yenilemek ve yeniden keşfetmek zorunda kalıyor. Örneğin, Royal Mint tıbbi vizör üretimine yönelirken, Dyson ve diğer birçok üretici, irili ufaklı vantilatörler ve KKE’ler yaptı.
Büyük market perakendecileri hoşnutsuz müşteri kuyruklarıyla başa çıkmakta zorlanırken, akıllı yerel restoranlar hızla çevrimiçi perakendecilere dönüştü ve restoran tedarik zincirlerini son tüketiciyle yeniden düzenledi.
Büyük veya küçük şirketlerin kısa ve orta vadeli başarısını belirleyecek olan başlıca şey, bu ölçeklenebilirlik ve çeviklik yeteneklerin birleşimidir. Ancak uzun vadede, değişikliğin daha köklü olması gerekecek. Bu krizi atlattığımızda, esneklik ve çeviklik yönetimlerin yeni odak noktası olmalıdır.
Uzun vadeli esneklik oluşturmak için tedarik zincirlerinin Robotik Süreç Otomasyonu (RPA) ve Yapay Zeka (AI) desteğine ihtiyacı var. Bu teknolojiler, manuel müdahaleyi ve çeşitli aktarım risklerini azaltırken, aynı zamanda birlikte çalışmak isteyen insanların aynı yerde olması zorunluluğunu ortadan kaldırıyor, ani talep değişikliklerine yanıt olarak üretimin büyütülmesine ve küçültülmesine izin veriyor.
Öngörülemeyen gelecek
Kriz, birçok eski iş pratiğini, belki de bugünden öngördüğümüzden çok farklı bir ölçüde ortadan kaldıracak. Her zaman seyahat etmek, dışarıda yemek yemek, eğlenmek ve kişisel deneyimler yaşamak isteyeceğiz. Ancak tüm bu faaliyetler zamanla değişebilir ve hatta daha önce alıştığımızdan tamamen farklı marka ve yöntemlerle gerçekleştirilebilir.
Bu zor zamanlardan daha güçlü, daha akıllı ve daha bağlantılı bir küresel toplum olarak çıkacağız. Esneklik, tüm iş stratejilerinde kritik önem taşıyacakken, çeviklik ise rekabet edebilirliği ve beklenmeyene tepki verme becerisini sağlayacak. Bunu yapmak için, şirketlerin nerede güçlü ve nerede esnek olmaları gerektiğini yeniden değerlendirmeleri gerekecek.