Dijital 46’lıklar
Teknoloji basını, kurumsal dünya ve PR ajanslarında geçen 18 yıllık kariyer yolculuğum boyunca 2000’li yılların başından günümüze kadar yaşanan teknolojik gelişmelerin iş dünyasını nasıl dönüştürdüğüne yakından şahit oldum. Yaptığım iş, bazen teknolojik yenilikler hakkında insanları bilgilendirmek olurken bazen de bu dönüşüme ayak uydurabilmeleri için bir şeyler satın almalarına ikna etmek oldu. 7/24 ulaşılabilir olmadığımız ya da ulaşılabilir olmamamızın beklenmediği güzel yılları anarak can sıkmak niyetinde değilim. Hayatımızı kolaylaştırma iddiasıyla bize sunulan harika cihazları, sınırları ortadan kaldırarak kolektif küresel kültüre dahil olmamızı sağlayacak harika uygulamaları büyük bir hevesle hayatımıza aldık. Geldiğimiz noktada biraz durup düşünmenin vakti gelmiş gibi görünüyor. Tabii düşünmeye ayıracak vaktimiz kaldıysa…
Günlük hayatınıza şöyle bir göz atarsanız bir ekrana bakarak geçirdiğiniz toplam sürenin diğer insanların yüzüne bakarak geçirdiğiniz süreden daha fazla olduğunu fark edebilirsiniz. İşimize ayırdığımız zamanı tamamen, kalan zamanı da çoğunlukla dijital ortamda harcıyoruz. Yanına telefonunu almadan tuvalete giren çok az insan kalmış olmalı. Dijital pazarlamacıların çok sevdiği ölçülebilir metriklerle dolu olan bu dünyadan gün boyu bize gelen veriler, doğrudan ruh halimiz üzerinde de belirleyici oluyor. Saatlerce filtrelerle uğraşıp mükemmelleştirdiği fotoğrafına beklediği kadar like alamadığı için kırılan minnoş kalpleri şimdilik bir kenara koyalım. 0 ve 1’ler üzerine kurulmuş bu dünyanın, ruh halimize etkisi kadar hayata bakış açımıza ve düşünme yapımıza ne gibi etkileri olduğu üzerine konuşalım istiyorum.
Siyasi tercihlerimizden hayat tarzımıza hatta ikili ilişkilerimize kadar toptan bir kabul ediş ya da reddedişin zirve yaptığı bir dönemdeyiz. Ya çok seviyoruz ya nefret ediyoruz. Hayalimizde yarattığımız bir personaya beyhude bir çabayla oturtmaya çalıştığımız sevgililerimizi uğruna dünyayı yakacak kadar çok sevdiğimizi zannederken, üzerlerine giydirdiğimiz elbisede ufak bir defoya sebebiyet verdiklerinde bir nefret objesine dönüştürebiliyoruz. Saatlerce severek videolarını izlediğimiz bir YouTuber, kabul sınırlarımızı zorlayan bir fikir beyan ettiğinde linç yorumu yazanlar trenine ilk biz biniyoruz. Toplumsal kutuplaşma sakızını çiğnemeden, hayatımızın her alanına işlemiş bu düşünme yapısına evrilmenin altında yatan nedenler üzerine kafa yormanın, daha az gerilimli bir dünya için çözüm yolu arayışında faydalı olabileceğini düşünüyorum.
Homo sapiens sapiens’in en büyük silahlarından bir tanesinin bulunduğu çevreye uyum sağlama becerisi olduğu söylenir. Bu yetenek, yırtıcılardan kaçma, içecek temiz su ve yiyecek bulma, güvenli bir barınak inşa etme gibi sınavları başarıyla geçen atalarımızın çok işine yaramış olabilir. Biz de afili bir LinkedIn profili, bolca retweet ile taçlandırılmış bir twitter hesabı, like yağmuruna tutulmuş Instagram postları için bu yeteneğimizi sonuna kadar kullanıyoruz. Uyum sağladığımız çevre şartlarının neyi nasıl düşüneceğimiz üzerindeki belirleyici rolü ise belki de kaçırdığımız en önemli nokta.
Analog dünya, Rus Edebiyatı’nın klasik romanlarındaki kahramanlar gibiydi. İyi insanlar bazen kötü işler yapabiliyor ya da kötü bir insan bazen iyi işler yapabiliyordu. Marvel ve DC’nin sebepsiz yere kötülükle dolu veya sinir bozucu derecede iyi kalpli süper kahramanlarıyla büyümüş bir nesle bunu anlatmak epey zor.
1 ya da 0, açık ya da kapalı, siyah ya da beyaz… Dijitalleşmenin bu iki kutup arasına sıkıştırdığı zihinler, farkında olmadan kendi çıkmaz sokaklarına asfalt dökmüş olabilir mi? Dijital dünya ile pek haşır neşir olmayanların çoğunlukta olduğu kırsal alanlardaki hoşgörü ve samimiyeti, yolda yürürken bile dijital bir ekrandan kaçamayacağımız şekilde tasarlanmış şehirlerde yaşayanlarda göremememizin nedenlerinden biri de bu olabilir mi?
Analog dünyaya dönüş artık mümkün değil. 0 ve 1’in dışında kalan diğer olasılıkların varlığını bize hatırlatacak olan şey ise kuantum bilgisayarlar olacak gibi görünüyor. Bugüne kadar teknoloji dünyası hakkında bildiğimiz her şeyi sil baştan yazmamızı gerektirecek kadar büyük bir devrim olan kuantum bilgisayarlar, hayata bakış açımızda da devrimsel bir dönüşüm yaratsa fena olmaz mı?
Sevdiğim işi, sevdiğim insanlarla yeniden yapma fırsatı bulduğum için “kendimi şanslı hissettiğim” Digital Report’ta önümüzdeki sayılarda yeniden görüşmek üzere…
Bu yazı Digital Report Dergisi 13. sayısında yayınlanmıştır.