İnsan odaklı ekonomi gerçek olabilir mi?
Ekonomi ve para. Evrende küçük bir mavi noktadan ibaret olan gezegenimiz, bu ikilinin ayrılmaz birlikteliğinden doğan denge dinamikleri ile dönüyor. Her kurumun ve geçinmek zorunda olan her insanın para kazanma amacı güttüğüne göre, sistemin kendini kabul ettirdiğini varsayabiliriz.
Peki, ekonomiyi ve dolayısıyla günlük yaşamlarımızın hâlini tayin eden düzenimizde gözden kaçırdığımız bir nokta olabilir mi? Bir diğer deyişle, daha önce görülmemiş ve günümüz küresel ekonomisinden bile büyük hacme sahip olan bir iş fikri duymak ister misiniz?
İnsan odaklı ekonomi hedefine doğru…
1984 yılında David Korten tarafından ortaya atılan insan merkezli gelişim stratejisi, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’na büyük ölçüde ilham kaynağı oldu ve hatta 1996 yılında dönemin Japonya Dışişleri Bakanı tarafından 21. yüzyılı şekillendiren yaklaşım olarak tanımlandı.
İnsan merkezli gelişim, en basit anlatımla insan çıkarlarını gözeterek ekonomik büyüme ve teknolojik gelişme gözeten bir strateji. Son dönemde stratejinin derinliği artırılarak, bundan “insan merkezli ekonomi” isimli yeni bir kavram da türetildi ve insanları memnun ederken, iş piyasasına 140 milyar dolar değerinde inovasyon sağlama potansiyeline sahip.
İnsan odaklı ekonomi, günümüzün görev merkezli ekonomisine kıyasla insanlara daha fazla değer sağlıyor, görev maliyetlerini düşürüyor; böylece yalnızca insanlar ve firmalar için değil, ülkeler için de iyi bir seçenek olarak öne çıkıyor.
Konsept kulağa harika gelse de, ‘140 trilyon dolar’ iddiası çekinceler doğuruyor, özellikle de dünya ekonomisinin 75 trilyon dolar olduğunu göz önünde bulundurduğumuzda.
İddianın sahibi, i4j Innovation for Jobs Summit başkanı David Nordfors’a göre, 140 trilyon dolar düşük bir tahmin ve çok daha fazlası olabilir. Gallup’a göre dünyadaki çalışma yaşındaki nüfusun sayısı 5 milyar; 3 milyarı bir şekilde para kazanıyor ve neredeyse hepsi istikrarlı gelir sağlayan işler istiyor. Fakat yalnızca 1,3 milyarı buna sahip. 200 milyonu işlerinden memnunken, işinden nefret edenlerin sayısı bunun iki katı. Her yıl 75 trilyon dolar pazar değeri üreten küresel iş gücünün çoğunluğu mutsuz ve verimsiz. Bu veriler ışığında, insan kapasitesinin dünyanın en yetersiz kullanılan kaynaklarından biri olduğunu söylemek yanlış olmaz.
İnsan odaklı ekonomi ise bu 3 milyar çalışana, yetenekleri ve tutkuları doğrultusunda onlara en uygun işleri vermeyi, böylece kendileriyle aynı ilgilere sahip insanlarla en verimli şekilde çalışmalarını ve onlar için anlamlı fırsatlara ulaşma şansını vaat ediyor. Böyle bir gelecekte, iş insanlar tarafından yalnızca para için arzulanan bir şey olmaktan çıkacağından, 5 milyarlık tüm çalışma yaşındaki nüfus küresel iş gücüne katılabilir ve bu da yaklaşık %66’lık bir artış anlamına geliyor.
Karşılaştırmak gerekirse, 200 milyon memnun çalışanın büyük bölümü gerçek yetenek ve kapasitelerinin tümünü kullanmadan 75 trilyon dolar pazar değeri yaratıyor. Peki 25 kat daha kalabalık memnun çalışan ordusu, onlar için biçilmiş kaftan işlerde çalıştıklarında ne kadar değer üretebilir? Bu sorunun yanıtı, iş piyasasının henüz karşılanmamış yenilik ihtiyacının sunacağı değeri veriyor.
Çare teknoloji
İnsan odaklı ekonomi bu denli muhteşem ise neden hâlâ gerçekleşmedi? Çünkü herkes için ideal işler bulmak daha önce mümkün değildi.
Yüksek akıllı telefon penetrasyonu, bulut bilişim gibi yeni altyapılar ve büyük veri analitiği, çok özel yeteneği olan bir Alaskalı ile başka bir özel yeteneğe sahip Brezilyalı’nın, özel bir ihtiyacı olan Angolalı bir müşteriye en iyi şekilde hizmet vermesini mümkün kıldı.
Her insanın özel ilgileri ve yetenekleri varken, bunlardan büyük bir çoğunluğu iş dünyasında kullanılamıyor. Bu noktada girişimcilere düşen ise bu insanları tutkulu ve özverili ekiplere, alıcılara ve satıcılara dönüştürmenin yollarını bularak, yüksek memnuniyeti mümkün kılmak.
İnsan odaklı ekonomi, bu zamana kadar duyduğumuz en ölçeklenebilir fikir olabilir. Bugün bir pazar fiyatını belirlemek için 5 milyar müşteriden birkaç düzine alıcı yaratmak yeterli oluyor. Daha mükemmelliyetçi ve tutkulu insanlardan oluşan bir döngüde, müşterileri alıcıya dönüştürmek çok daha kolay olacaktır.
Uber geleceğin çözümü olabilir mi?
Uber’in bir süre daha hizmetleri ve peşinden sürüklediği rakipleri ile günlük yaşamlarımızı dönüştürmeye devam edeceği bir gerçek. Fakat geleceğin işi için çözüm olacağını düşünmek öngörüsüzlük olur.
Uber’in tek yaptığı, zaten herkesin kabiliyet olarak başarabildiği taksi sürücülüğünü bürokrasiden kurtarmak. Uber’in bu kadar kârlı olmasının sebebi ise geleneksel taksi sisteminden çok daha verimli olması. Bu sayede daha az ücret almasına rağmen, sürücülerine daha fazla para verebiliyor.
“Uber’leştirmek” halihazırda küresel girişimcilik ekosistemini etkisi altına almış durumda. Dünyanın dört bir yanından ve yalnızca ulaşım alanında da değil Uber’in modelini benimseyen rakipler türüyor. Çünkü model Amerika’yı yeniden keşfetmenin ötesine gitmiyor (ki bu onun kötü veya başarısız olduğu anlamına gelmiyor), insan yine tıpkı diğer işlerde olduğu gibi çalışan, hatta bir adım öteye gitmek gerekirse meta olarak değerlendiriliyor.
Uber modelinde insanları göz yaşlarına boğacak kadar hisli şiirler yazabilmenizin veya çocukları uyuşturucu bağımlısı olmaktan koruyabilmenizin bir değeri yok çünkü bu sizin bir sürücü olarak müşterinizden alabileceğiniz ücreti değiştirmiyor. Sürücüsüz otomobiller ile yakında sürücü koltuğuna bir makine geçtiğinde, bugün para eden yeteneğiniz bir gelir kaynağı olmaktan da çıkacak.
Sen kazanırsan ben de kazanırım
Eğer bir firma, aynı kitleyi hedefleyen binlerce rakibi olduğunu görürse ne yapar? Farklılaşmaya giderler. İnsanların yapması gereken de bu; yetenek setlerini genişleterek diğerlerinden farklılaşmak.
Sahip olduğu yeteneklerin ahengi bakımından eşsiz olan insanlar, bir Uber sürücüsünün yaptığı gibi kontenjanı doldurmak yerine, değer yaratırlar. Gelgelelim, günümüzde her insan potansiyeline ulaşmak için ihtiyaç duyduğu araştırmayı yapacak kaynaklara sahip değiller.
İşte girişimlerin iş piyasasını alt üst ederek daha iyi bir geleceği başlatabilecekleri fırsat da tam olarak burada yatıyor. Facebook ve Google reklamları gibi pazarlama araçlarının veya Match.com’unki gibi algoritmaların zekice kullanımıyla, öngörülü girişimler çalışan müşterilerin ajanslarına dönüşebilir; onların kendileri için anlam ifade eden işlerde çalışıp, daha iyi kazanmalarını mümkün kılabilirler.
Günümüzde birçok firma insanlara daha dengeli ve bilinçli harcama yapmaları konusunda yardımcı oluyor. Bu iyi bir şey fakat insanlar kazandıklarından fazlasını harcayamazlar; yani sınırları olan bir pazardan bahsediyoruz. Aynı eforu insanlara daha fazla kazandırmak için harcarsak (sen kazanırsan ben de kazanırım modeli), bu sınır ortadan kalkar ve sınırsız fırsatlar dünyasına giriş yapabiliriz.
Gelecekte firmalar, hizmet ve ürün sundukları kişilerin ‘çalışan insanlar’ olduğu gerçeğini daha iyi kavrayacak ve bunu yaklaşımlarının merkezine oturtacak. Devrim çöpçatanlık, insan kaynakları ve eğitim alanlarında başladı bile. Ünlü dijitl eğitim platformu Udacity, yakın tarihte görev merkezli iş modelini değiştirerek, insan merkezli yeni bir modeli uygulamaya koydu. Örnek olması açısından modeli şöyle açıklayabiliriz: ‘Kurs için X lira ödeyeceksin. Kursu bitirirsen paranın yarısını geri alacaksın. X ayda iş bulamazsan paranın geri kalanını da iade edeceğiz.’ Bir diğer deyişle, Udacity anlayışını ‘Sana para kazandırcak yetenekler satıyoruz” yerine “Sen para kazandıkça biz de kazanıyoruz” ile değiştirdi.
İnsan odaklı ekonomi hakkında daha fazla bilgiye, David Nordfors, Vint Cerf, Max Senges tarafından yazılan ve Kauffman Foundation desteğiyle yayınlanan “Disrupting Unemployment” kitabından ulaşabilirsiniz.