Son dönemde artık teknolojiyi hızlandırmak değil tek derdimiz. İnsanla ve doğayla uyumlu bir hız dengesi kurmamız gerekiyor. Teknolojiye sınırlarını biz öğretmeli onu dengelemeli, doğaya ve evrime barışık hale getirmeliyiz.
Tarihteki işgallerin birçoğunda mazeret özgürlüktü. Yeni bir kıtayı keşfeden denizciler maceracı bir arayışın sonunda vardılar oraya. Çoğu savaşçı ya da işgalci değildi, aksine yeniliğe, umuda inanan bir ruhları vardı. Ne zamanki sınırlarını genişletme iddiasındaki krallar, güçlerini ispatlama hülyasındaki imparatorlar denizcilerin açtığı yolu takip edip yeni keşfedilen kıtaya ayak bastılar; işgal orada başladı.
Oysaki denizciler maceracı bir arayışı, umudu simgeliyor, gelişmiş bir medeniyeti anlatıyordu tanıştığı kıtanın yerli halkına. Hatta kralı, imparatoru temsilen kıtaya ayak basan komutanlar da özgürlük ve bolluk vaat ediyordu en başta. Kıtanın yerleşik sakinlerinin görmediği ürünleri onlara getiriyorlardı gemilerle. Gelin görün ki bu özgürlük vaatleri bir süre sonra yeni toprakların işgaline dönüştü. Yerli halkın elindeki en temel varlıkları kaptırması ve köleleşmesiyle sonuçlandı.
Teknolojinin hayatımıza girişi de benzeri bir özgürlük vaadiyle oldu. İstediğimiz bilgiye her an ulaşabilecek, iletişimdeki gecikmelerin önüne geçebilecek, dilediğimiz yerden teknolojiyi kullanarak işlerimizi görebilecektik. Zaman, hız, verimlilik kazanacaktık. Mobiliteyle mekanlara bağımlılığımız son bulacaktı. Bağlantı hızı bizi hızlandıracaktı. İşlemci gücü, yeni beynimiz olacaktı. Özgürlüğe ve bolluğa kavuşacaktık.
Teknoloji için üretmeye ya da üretilenleri tüketmeye yetişemez olduk
Son 30 yılın teknoloji tarafındaki kanaat önderleri, bir zamanın denizcileri gibi bu maceranın heyecan verici yönlerine inanıp dijital denizlere açıldılar. Dediklerinde ne yalan vardı ne de abartı. Teknoloji bize uzaklara kolayca erişim, hız ve zaman kazandıracaktı. Oldu da hepsi. Ancak kazandığımız zaman bize kalmadı. Tıpkı işgalci imparatorlar gibi, teknolojinin sürüklediği ikincil akınlar işgal etti bu boşa çıkan zamanı. Zamanımız çalındı. Teknoloji için üretmeye ya da üretilenleri tüketmeye yetişemez olduk. Her yerden çalışabilmeyi özgürlük sanırdık, şimdi ise bu her an ve her yerde çalışmak adlı mecburiyete döndü. Çalışma hayatı dur durak bilmez oldu. Bizi tanıyan teknolojilerden fazlasıyla faydalandık ama bedeli bizi kendimizden daha iyi tanıyan teknoloji imparatorlarına teslim olmak oldu. Hız kazandık ama yavaşlamayı kaybettik. Zamanımız, mahremiyetimiz, duraklama hakkımız işgal edilmiş oldu.
Teknolojiye sınırlarını biz öğretmeli onu dengelemeli, doğaya ve evrime barışık hale getirmeliyiz.
Diğer türlü, yeni keşfedilen kıtaların doğal zenginlikleri işgalciler tarafından yağmalanan yerli halk gibi özümüzden mahrum bırakılabiliriz.
Son dönemde artık teknolojiyi hızlandırmak değil tek derdimiz. İnsanla ve doğayla uyumlu bir hız dengesi kurmamız gerekiyor. Her yerden çalışmak, tek tıkla alışveriş, bir tuşla tüm dünyaya bağlanmak bir başına bir meziyet değil. Tüm zamanımızı işin, alışverişin, bağlantının ele geçirmesini engelleyecek mekanizmalar da kurmalıyız. Sürekli çalışamayız, sürekli üretemeyiz, sürekli tüketemeyiz, sürekli büyüyemeyiz. Teknolojiye sınırlarını biz öğretmeli onu dengelemeli, doğaya ve evrime barışık hale getirmeliyiz.
Diğer türlü, yeni keşfedilen kıtaların doğal zenginlikleri işgalciler tarafından yağmalanan yerli halk gibi özümüzden mahrum bırakılabiliriz. Tıp – etik – sosyoloji – antropoloji gibi alanlarla teknolojiyi doğaya barışık şekilde el ele geliştireceğimiz bir dijital dünya için kafa yormaktan başka yolumuz yok.