Dünya uzun süredir alarm veriyor. Neredeyse 2 yıla yakın süredir dünyadaki en büyük otorite haline gelmiş COVID-19 salgınından bahsetmiyorum sadece. Salgından kısa süre önce insanlığı çaresiz durumda bırakan felaketler seller, orman yangınları, savaş, açlık ve ekonomik krizlerdi. Ve aşılamayla birlikte kısmen kontrol altına alınan COVID-19’un yanından tekrar kendini göstermeye başladı bu krizler. Bilim insanları ve tarihçilerin COVID-19’u isimlendirirken insanlığa sorunun adının yanı sıra ortaya çıkış yılını da ekleyerek hafızamıza önemli bir iz bıraktığını düşünüyorum. Belki de Küresel Finans Krizi-08, Suriye Savaşı-12, İklim Tehdidi-13, Terörizm-15, Orman Yangınları-18, Mülteci Sorunu-18 gibi problemleri ortaya çıktıkları yıllarla etiketlemeli ve bu problemleri çözmede ne kadar süredir başarısız olduğumuzu kendimize hatırlatmalıymışız.
İş dünyası son 50 yılda sosyal ve ekonomik gücünü asimetrik biçimde artırırken, bu sorunlarla mücadeleyi devletlere, siyaset kurumuna ve sivil toplum örgütlerine havale etmişti. Sorunlara karşı nötr kalmayı tercih ediyor en fazla kimi gönüllü kurumsal sosyal sorumluluk aktiviteleriyle küresel sorunların bazı acı sonuçlarını azaltmaya katkı sunuyordu. Aktif, temelden bir mücadele içine girmeden dezavantajlı kesimlere karşı kimi adımlar attığını yadsımak mümkün değilse de sorumlu davranmıyor, aktivitesinin başarısını da genelde sorunun çözümünden ziyade markasına sağladığı olumlu etki ile ölçüyordu.
2000’lerle birlikte şekillenen dijitalleşmiş toplumun bilgi ve duyarlılık seviyesi bize yeni bir şeyler söyledi. Bu yeni dünyanın kurumsal hayattan beklentisinin sadece iyi ürün ve hizmetler, istihdam ve finansal başarı olmadığı apaçık ortada. Bunların ötesinde bazı kavramları, gerçek toplumsal faydayı da markaların başarısı altında değerlendirdiğimiz bir döneme girdik. 2015’te Bileşmiş Milletler’in ilan ettiği Sürdürülebilir Kalkınma Hedeflerini ilan etmesiyle de küresel faydanın çerçevesi çizilmiş oldu. Hiçbirimiz dünyanın sorunlarından azade değildik. Hele ki dünya kaynaklardan en çok güç ve gelir elde eden iş dünyası bu sorunlarla mücadele etme konusunda daha fazla sessiz kalamazdı.
2000’lerle birlikte şekillenen dijitalleşmiş toplumun bilgi ve duyarlılık seviyesi bize yeni bir şeyler söyledi. Bu yeni dünyanın kurumsal hayattan beklentisinin sadece iyi ürün ve hizmetler, istihdam ve finansal başarı olmadığı apaçık ortada.
Kimi markalar devletlerden daha cesur
Kimi markaların COVID-19 mücadelesinde devletlerden daha atik ve cesur atmasını, Airbnb’nin Afganistan’da yaşanan krizden etkilenen 20 bin kişiye barınma desteği vaat etmesi, dünyanın her yerinde orman yangınlarıyla, ekonomik güçlüklerle, sellerle mücadele eden milyonların sorunlarına karşı şirketlerin de aktif bir çözüm üretme, eyleme geçme halinde olması geçmişe göre çok farklı ve etkin bir tutum.
Yazıya tanımlamalarla başladım, tanımlamalarla bitireceğim. Sürdürülebilirlik kelimesi tesadüfen seçilmiş bir tanım değil, doğayla ve bu dünyayla birlikte yaşamını sürdürmek isteyen her birey ve kurum kendisini dönüştürmeli, değişimlere adapte etmeli. Varlığımızı bireysel, toplumsal ya da kurumsal olarak sürdürmenin tek koşulu dünyaya, doğal yaşama, doğal kaynaklara geri dönüşsüz bir hasar vermemek, sıfır atık, sıfır emisyon, sıfır eşitsizliğin peşinde bir gelecek için aktif çaba göstermek, cesur bir mücadeleye girişmek olmalı. Gerçek başarının yolu tam olarak buradan geçiyor.
Bu yazı Digital Report Dergisi 10. sayısında yayınlanmıştır.