Elimizde Otomotiv Sanayii Derneği (OSD) ve Türkiye İhracatçılar Meclisi’nin (TİM) 2025’in ilk dört ayına ait taze verileri var. İlk bakışta biraz kafa karıştırıcı bir tablo çıkıyor ortaya: Üretim genel olarak düşmüş, ama ihracat geliri artmış.
Hikaye şöyle başlıyor: Ocak-Nisan 2025 döneminde toplam otomotiv üretimi, geçen yıla göre yüzde 2 gerileyerek 464 bin 290 adede düştü. Otomobil üretimi de benzer şekilde yüzde 2 azaldı. Ticari araçlarda da düşüş var: Hafif ticari yüzde 1, ağır ticari ise tam yüzde 25 geriledi. Traktörler dahil bile edilse, toplam üretimdeki düşüş trendi belirgin.
Bu üretim gerilemesine paralel olarak, sektörün kapasite kullanım oranı sadece yüzde 66 seviyesinde kaldı. Özellikle kamyon (%49), otobüs-midibüs (%60) ve traktörde (%44) bu oranlar endişe verici derecede düşük.
Rakamlar bize ne anlatıyor?
İşte burası ilginçleşiyor: Üretim düşerken, aynı dönemde toplam otomotiv ihracatı, değer olarak yüzde 5 artışla 12,5 milyar dolara fırladı! Türkiye’nin toplam ihracatında yüzde 17’lik payla liderlik koltuğunu korumaya devam etti. Ana sanayi ihracatı yüzde 3, tedarik sanayi ihracatı ise tam yüzde 7 arttı durumda.
Ancak işin adetsel tarafına baktığımızda, tablo o kadar parlak değil. Toplam adet bazında ihracat geçen yıla paralel, 333 bin adet civarında gerçekleşti. Hatta otomobil ihracatı yüzde 6 geriledi. Tek pozitif ayrışan kısım, ticari araç ihracatındaki yüzde 9’luk artış oldu. Traktör ihracatı ise adet olarak yüzde 41 gibi keskin bir düşüş yaşadı.
Bu veri seti bize şunu anlatıyor: Türkiye otomotiv sanayisi, hacim olarak küçülüyor olabilir ama değer olarak küresel pazardaki konumunu güçlendiriyor. Özellikle tedarik sanayindeki yüzde 7’lik ihracat artışı, Türk üreticilerin daha teknolojik, daha katma değerli parçalar ürettiğini ve bunları ihraç ettiğini gösteriyor. Belki de elektrikli araçlar, otonom sürüş bileşenleri veya daha sofistike elektronik sistemler gibi geleceğin teknolojilerine yönelik üretimde bir artış var. Bu, adet düşüşüne rağmen toplam ihracat değerinin artmasını açıklayan önemli bir faktör.
Sektör, “çok sayıda ucuz parça” yerine “daha az sayıda pahalı ve teknolojik parça” modeline kayıyor gibi görünüyor.
Ticari araç ihracatındaki adetsel artış ve ağır ticari araç üretimindeki sert düşüş arasındaki tezat da dikkat çekici. Bu, ya yurt dışındaki özel pazar taleplerini karşılayan, iç pazarda üretilmeyen belirli tipte ticari araçların ihracatının arttığını ya da iç pazar talebinin teknolojik olarak daha geride kaldığını, ihracatın ise daha modern ticari çözümlere yöneldiğini düşündürüyor.
Kapasite kullanımı ve iç pazar ticari araçları
Ancak resmin alt katmanlarına indiğimizde bazı endişe verici sinyaller var. Yüzde 66’lık genel kapasite kullanım oranı, fabrikaların potansiyelinin oldukça altında çalıştığını gösteriyor. Bu, verimsizlik anlamına gelebilir. Ya üretim süreçleri güncel teknolojilere tam adapte değil, ya da küresel tedarik zincirlerindeki aksaklıklar tam kapasite üretime engel oluyor. Özellikle düşük kapasite kullanım oranına sahip segmentler (kamyon, otobüs, traktör), teknolojik yatırım veya pazar adaptasyonu konusunda daha büyük zorluklar yaşıyor olabilir.
İç pazardaki genel artışın, özellikle ticari araç pazarındaki daralmayla birlikte gelmesi de ayrı bir hikaye. Bu, iç ekonomik koşulların ticari yatırım ve filoların yenilenmesi konusunda bir yavaşlama içinde olduğunu gösteriyor.
Türkiye otomotiv sanayisi, ilk dört ayda karmaşık bir performans sergiledi. Üretim hacminde yaşanan düşüşe rağmen, ihracat değerindeki artış, sektörün teknolojik olarak daha gelişmiş veya daha katma değerli ürünlere yönelerek küresel pazarlardaki rekabet gücünü koruduğuna işaret ediyor. Özellikle tedarik sanayinin performansı bu konuda umut verici.
Ancak düşük kapasite kullanım oranları ve iç pazardaki ticari araç segmentindeki daralma, yerli üreticilerin önünde duran zorlukları gösteriyor. Sektörün, mevcut üretim süreçlerini modernize etmesi, küresel ve yerel talebin teknolojik beklentilerine daha hızlı adapte olması ve verimliliği artırarak kapasite kullanımını yükseltmesi, bu paradoksal tablonun sürdürülebilir bir başarı hikayesine dönüşmesi için kritik önem taşıyor. Sadece “kaç adet ürettik” değil, “ne kadar katma değerli ve teknolojik ürettik” sorusu daha ön plana çıkıyor.
Öne çıkan görsel: carlos aranda/Unsplash




