Dijital dönüşüm terimi 2011 yılında ortaya atıldığından bu yana geçen 11 yılda iş dünyasının genelinde birçok değişiklik yaşandı. Sizce bu sürede dijital dönüşüm kavramı nasıl bir değişiklik gösterdi?
Önceden, iş süreçlerinin dijital hale gelmesinden yola çıkılıyor ve dijital dönüşüm “dijitalleşme” anlamında kullanılıyordu. Oysa dijital dönüşüm; birçok katmanı olan bir konu ve dijitalleşme, dönüşümün sadece bir parçası. Dijital dönüşüm dediğimizde iş gücü dönüşümü, güvenlik gibi birçok konudan da bahsediyoruz. Dijital dönüşümün bu denli sık konuşulmasının pandemiyle birlikte başladığını söyleyebiliriz. Zira pandeminin hayatımıza girdiği 2020 yılında, bir anda karşımıza çıkan “Evden mi çalışacağız?”, “Ofisler kapanacak mı?”, “Bundan sonra ne yapacağız?” gibi sorular, aslında dijital dönüşümde nerede olduğumuzu ortaya çıkardı. Üstelik sadece kurumlar için değil, ülkeler için de benzer durumlar yaşandı. Hayatlarımızı devam ettirebilmemiz için dijital dönüşüme ihtiyacımız olduğunu net bir biçimde anladık. Dijital dönüşümü “Olsa iyi olur, rekabet avantajı kazandırır” dediğimiz bir pencereden görürken, varlığımızı sürdürmeye devam edebilmemizin tek yolu, olmazsa olmazı olarak görmeye başladık. Dahası, dijital dönüşümünü ilerletememiş kurumların pandemide başarılı olamadığını ve bu konuda geride kalmanın ne gibi sonuçlar doğurabileceğini ilk kez bu denli net gördük.
Türkiye özelinde dijital dönüşümü değerlendirirseniz, hangi aşamadayız?
Belli klasik örnekler var; “Aylarca sürecek dijital dönüşümü haftalar içinde tamamladık” gibi söylemler duyabiliyorsunuz. Ne var ki dijital dönüşüm, bunu tamamladık diyerek kapatıp kenara koyabileceğimiz bir konu değil. Dijital dönüşüm yolculuğundaki problemlerse, başarı yüzdeleri değişmekle birlikte hem Türkiye’de hem dünyada neredeyse aynı. Dell Technologies olarak Türkiye’de 2021’in başında, Intel ve Akademetre’yle birlikte bir çalışma yaptık ve hayli ilginç sonuçlarla karşılaştık. Örneğin kurumların yüzde 82’si, pandemiyle birlikte dijital dönüşüm programına hız verdiğini ve yatırımlarına devam edeceğini söyledi. Bu yanıtın sağlamasını, IDC’nin bir raporuna bakarak yapmak mümkün. IDC’ye göre pandemide en çok yatırım yapılan alan teknoloji oldu. İlginç olansa şu: Normalde kriz anlarında yatırımlar durur ve daha çok maliyet optimizasyonuna gidilir. Pandemide tablo böyle seyretmedi. Yaptığımız çalışmanın bir diğer ilgi çekici yanıysa, her üç kurumdan birinin dijital dönüşümde ilerlemiş durumda olduğunu, beş şirketten birininse dijital dönüşüm süreçlerini tamamladığını belirtmesi oldu. Bunların detayına baktığımızda; güvenlik, kültür dönüşümü gibi konularda aynı yüksek başarı yüzdelerini göremiyoruz. Bunun sebebi, dijital dönüşümün aslında bütünsel bir bakış açısı gerektirmesi. Yani bu bir yolculuk. Biten, tamamlanan bir konu değil. Aksine, sürekli takip ve kontrol etmemiz gereken bir alan. Yeni teknolojileri, yeni güvenlik açıklarını, yeni yaklaşımları yakalamanız gerekiyor. Hem bölgeyle hem dünya geneliyle kıyaslandığınızda, Türkiye dijital dönüşümde çok ileride gibi gözüküyor. Fakat “Güvenlikteki dönüşümde neredesiniz?” diye sorduğumuzda, kurumların sadece yüzde 52’si ilerlediğini söyleyebiliyor. Bu da maalesef çok düşük bir oran. Tüm bunların, dijital dönüşüm planının bir parçası olması gerekiyor. Çünkü biri olmazsa maalesef o bütünsel dijital dönüşüm kavramının diğer yanı boş kalabiliyor.
Türkiye’deki kurumların yaklaşımında, pandemi öncesi ve pandemi ile nasıl bir değişim gözlemlediniz?
Gözle görülür oranda bir değişim var. Birçok sektörde teknolojinin, kurumların DNA’sına girmesi gerekti. Yani teknoloji; kurumların varlığını sürdürebilmek, rekabet avantajı kazanmak, yeni ürün veya servislerini piyasaya doğru zamanda sunabilmek için ihtiyaç duyduğu bir kavram haline geldi. Yüz güldürücü olansa pandemiyle birlikte bütün sektörlerde bu farkındalığın oluşmasıydı. Üstelik bazı sektörlerde regülasyonlarla da desteklendi. Bunun en önemli örneği, gerek ürünleri gerek servisleri gerekse teknolojiyi yönetme biçimleri bakımından Türkiye’de diğer ülkelere göre ciddi anlamda ileride olan bankacılık sektöründe görüldü. Bir diğer başarılı örnekse çağrı merkezleri oldu. Regülasyonun da desteğiyle onlar da hızlı bir şekilde sürece entegre oldu.
Biraz da sizin çalışmalarınızdan bahsedelim. Dell olarak dijital dönüşüm yolculuğunda kurumları nasıl destekliyorsunuz?
Halihazırda ciddi miktarda veri üretmemize rağmen, bunların sadece yüzde 10’u geleneksel veri merkezlerinin dışında, örneğin sınır bilişim noktalarında üretilerek kullanılıyor. Veri merkezi dışında kalan oranın, 2025 yılına geldiğimizde yüzde 75’i bulması bekleniyor. Aslında Dell de tam olarak bu yolculuktaki teknolojik iş ortağı olarak konumlanıyor. Elbette bir uçtan uca çözüm portföyümüz var, yani son kullanıcıdan iş gücü dönüşümüne, BT altyapısından güvenliğe ve siber sağlamlığa kadar kapsamlı bir ürün portföyünden bahsediyoruz. Diğer yandan iş gücü dönüşümü de kurumlarla birlikte ilerlediğimiz önemli konuların başında geliyor. Dell, son dönemde çalışan sayısı 100 ila 10 bin kişi arasında değişen kurumlardan, 15 bin kişilik küresel bir araştırma yaptı ve şirketlerin dijital dönüşümde insan faktörünü ne kadar merkeze aldığıyla ilgili çıktılar elde etti. Ankete katılanlara sorduğumuzda, yarısının dijital dönüşümü planlarken insan bakış açısıyla yaklaşmadığını, insanı merkeze koymadığını gördük. Katılımcıların yüzde 80’den fazlası da bu dönüşümden sorumlu liderlerin, şirketin genelinden farklı fikirleri dinleyip bunu planın bir parçası haline getirmediğini belirtti. Sorunun kaynağına baktığımızda ilk olarak, pandemiyle birlikte şirketlere dijital dönüşüme liderlik edecek CDO’ların atanmaya başladığını görüyoruz. Dışarıdan gelen, sadece bu dönüşüme öncülük etmesi, dönüşümü yönetmesi için atadığımız kişiler, çoğu zaman içerideki kültürü ve insanları bu planın bir parçası yapmadığı için başarısız oluyor. Yani dijital dönüşüm dediğimizde teknolojiyi ve altyapıyı çok iyi kurmak, herkese güçlü cihazlar ve bağlantılar sağlamak veya çoklu bulut stratejisini oluşturmak yeterli olmuyor. İnsan faktörünün de bu yolculukta merkeze alınması şart. Çünkü başarılı bir dönüşüm, önce insanların bu dönüşüm planını sahiplenmesi ve dönüşümün bir parçası olduğunu hissetmesinden geçiyor. Burada bir diğer kritik konunun da güvenlik olduğunu hatırlatmak gerek. Özellikle son dönemde kullanılan veri arttıkça, korumanız gereken yüzey de artıyor. Bu yüzey büyüdükçe, daha fazla önlem almak gerekiyor. Diğer yandan, ne kadar çok önlem alırsanız alın, yüzde 100 koruma sağlayamayacağınız gerçeği karşımızda duruyor. Her an bir saldırı altında olabileceğiniz düşüncesiyle, A planının yanı sıra, B ve C planı da oluşturmanız gerekiyor. Örneğin Orta Doğu ve Afrika en çok saldırı alan bölgeler arasında. En fazla saldırıyı İsrail alırken hemen ikinci sırada da Türkiye geliyor. Bu nedenle Türkiye’de çok ciddi önemlerin alınması ve güvenliğin dijital dönüşüm yolculuğu planlarının ayrılmaz bir parçası olması mühim. Bizler bunu, “siber sağlamlık” kavramıyla açıklıyoruz. Tabii ki korumaya odaklanacak ve planımızı buna göre yapacağız ama bir saldırı altında kalmamız durumunda yine verilerimize dayanarak tekrar ayağa kalkabilecek bir strateji geliştireceğiz.
Dijital teknolojileri yoğun bir şekilde kullanıyoruz ve bunlar sayesinde, parlak bir fikri eskisinden çok daha hızlı bir şekilde hayata geçirmek, bir teknoloji altyapısıyla birleştirmek, milyonlarca kullanıcıya ulaşabilecek şekilde ölçeklendirmek mümkün. Bu hız bir yandan sürdürülebilirlikle ilgili bazı soru işaretleri yaratabiliyor. Sizce dijital dönüşüm ve sürdürülebilirlik arasında bir bağlantı var mı ve Dell’in bu konuya yaklaşımı nasıl?
Kesinlikle çok güçlü bir bağlantı var. Sürdürülebilirlik, günümüzün en önemli konusu ve bu kapsamda döngüsel ekonomi çok kritik. Tükettiklerimizi tekrar üretime katabilmemize karşılık gelen döngüsel ekonominin en büyük yaratıcısı, teknoloji aslında. Bu konu, Dell için de büyük önem taşıyor. Zira Birleşmiş Milletler’in 2030 Sürdürülebilirlik Kalkınma hedefleri, Dell’in de kendine koyduğu 2030 hedefleri. Sürdürülebilirlik döngüsü, ekonomik kapsayıcılık, insan hayatını dönüştürme gibi hedeflerimiz var. Bugün dijital dönüşüm konuşurken, teknolojinin bu zor dönemde bizi nasıl farklılaştıracağını, nasıl iş yapacağımızı, işlerimizi nasıl sürdürülebilir hale getirebileceğimizi konuşuyoruz. Ancak teknolojinin insanlık gelişimine de katkı sağlaması gerekiyor. İşte Dell, burada bir adım öne çıkıyor.
Dell olarak 2050’ye kadar net sıfır karbon seviyesine ulaşmayı taahhüt ettik.
Bu yazı Digital Report Dergisinin 14. sayısında yayınlanmıştır.