Teknoloji yazarı ve gazeteci M. Serdar Kuzuloğlu ile NFT’den blok zinciri ve ses odaklı iletişime kadar dijital ekosistemin sıcak gündemine dair trendleri konuştuk.
Bir yılı aşan pandeminin getirdiği mecburi dijitalleşme sürecinde hem tüketici hem de iş dünyası tarafında dikkatinizi en çok neler çekti?
Dünya ilk defa salgın hastalık yaşamıyor ama, koronavirüs pandemisi şu anki kuşağın bu anlamda ilk tecrübesiydi diyebiliriz. Çoğumuz ne anlama geldiğini, nelere yol açabileceğini ve ne yapmamız gerektiğini bilmediğimiz bir sürecin içine itildik. Kendi açımdan baktığımda pandeminin ilk zamanlarında benim işimin tamamı yürütülemez duruma geldi. Etkinlikler, toplantılar, konferanslar iptal oldu. Ben de çok uzun bir sürün bunun böyle devam edeceğini düşünüyordum ki, iş dünyasında video konferans platformlarının merkezinde olduğu yeni nesil iş yapış süreçleri başladı. Ben de hem kişisel duruşum ve yetkinliklerim hem de yaptığım işlerin uygunluğu sayesinde hızlı bir giriş yaptım. Ne mutlu ki Türkiye’de kayıtlı olarak işini uzaktan yapabilen şanslı yüzde 13’lük kesimin içindeyim. Bu şekilde çalışmanın elbette bir takım zorlukları var. Bir noktadan sonra alıştığınız fiziksel düzeni arıyorsunuz. Diğer yandan ağırlıklı olarak hizmet sektörü üzerine ekonomisini oturtmuş olan, üretimin giderek daha az bir kesimi ilgilendirdiği, kırsal nüfusun yüzde 3-4’ler seviyesine indiği, tarım, hayvancılık gibi faaliyetlerin azaldığı ülkemizde meslek sahibi çalışanların sadece yüzde 13’ünün uzaktan çalışıyor olması düşündürücü. Demek ki hizmet sektörünün daha çok fiziki varlığı gerekli kılan yanlarına yoğunlaşmışız. Bu da bizi ülke olarak ekonomi olarak çok kırılgan yapıyor.
Siz uzun yıllardır ev-ofis şeklinde çalışıyorsunuz. Bu şekilde çalışmanın artı ve eksilerini iyi biliyorsunuz. Sizce iş dünyamız pandemi döneminde evden çalışma konusunda neleri becerdi ya da beceremedi?
Bir kere uzaktan çalışma konusunda dönüşümü gerçekleştirmeyi becerdik. İş dünyasında perakendeden çağrı merkezlerine birçok sektör bu yeni döneme adapte olmayı başardı. Fakat perdenin arkasında hepimizin yaşadığı bazı problemler var. Uzaktan çalışmak çoğumuz için evden çalışma anlamına geldi. Çünkü ev dışında bir yerde oturmamız karantina koşulları sebebiyle fiziken mümkün değildi. Bununla birlikte evlerimiz de gerek teknolojik altyapı gerekse fiziki koşullar açısından bu şekilde çalışmaya pek elverişli değildi. Çoğu evde bir bilgisayar, kısıtlı bir internet alt yapısı var. Psikolojik olarak bakınca ise zihnimizin de buna uygun olmadığını görüyoruz. Ben 2009’dan beri ev-ofis çalışıyorum. Bunca zaman içinde ancak eksiklerimi giderebildim. İnsanlar kısa sürede buna uyum sağlamaya çalışınca bir sürü sorun ortaya çıktı. İş dediğimiz şey mekanla çok ilişkili. Birçoğumuz için iş evden dışarı çıkınca başlar, ofisten çıkıp servise binince biter. Bugün zaman ve mekandan bağımsız bir çalışma anlayışından bahsediyoruz. Bir de işin mekanik kısmı var. Bugün öğle yemeği maliyetlerimiz, ısıtma, soğutma, internet gibi giderlerimizin hepsini kendimiz karşılıyoruz. Bununla ilgili tam bir düzenleme yok. Dolayısıyla uzaktan çalışma kulağa hoş gelse de kendi içinde zorlukları olan bir düzen.
İş dünyasını yetenek yönetimi açısından radikal bir dönüşüm bekliyor
Çalışma hayatındaki dönüşümün yetenek yönetimi açısından doğuracağı sorunları nasıl değerlendirirsiniz?
Çalışan kesiminin önemli bir bölümünün yetkinlikleri yeni düzende çok bir anlam ifade etmiyor. Yeni yetkinliklere ve bunların teknolojik araçlara tercüme edilmeye ihtiyacı var. Şirketlerin tüm iş süreçlerini uzaktan yönetmek durumunda kaldığı bu dönemde motivasyon dediğimiz, kurumları bir arada tutan kurumsal kültürü ne ile ayakta tutabilecekleri bir soru işareti. Kurum içi iletişim, takım bilincini ve şirket kültürünün yapı taşlarını oluşturma soğuk ve illa araya bir aracının girdiği elektronik ortamlarda pek mümkün değil.
NFT konusunda en büyük kafa karışıklığı insanların- hatta bir kısmı o eserlere yatırım yapanlar- NFT’nin yani o dijital varlığın kendisine ait bir sahiplik olduğunu zannetmesi. Oysaki NFT bir anlamda bir noter kaydıdır. Falanca sitede yüklenmiş ve listelenmiş bu dijital varlığın sahibi benim diyorsunuz. Yarın o sitede kapadığında hiçbir hak iddia edemezsiniz.
Diğer yandan, bu dönemde birtakım ilginç çalışma şekilleri de hayatımıza getirdi. Bazı çalışanlar hayatında hiç kapısından içeri girmediği şirketlerin mülakatlarına girdiler, belki kabul edilip çalışmaya başladılar, belki ayrıldılar bile. Bu çalışanların CV’sinde örneğin; “Nisan 2020- Haziran 2020 arasında, masasına hiç oturmadığı, yöneticiyle yüz yüze görüşemediği X şirketinde çalıştı” yazacak. Bu işin çalışan tarafı. Şirket tarafından bakınca ise; siz birbirini hiç görmemiş ve lokasyon olarak birbirinden çok uzakta olan yetenekleri nasıl bir uyum içerisinde bir arada tutacaksınız? Biz şu ana kadar mevcut işlerimizle, çalışanlarımızın iş yapış şekillerini uzaktan çalışmanın yeni kurallarına göre tercüme etmeye çalıştık. Oysa kendi yeteneklerimizle bambaşka bir coğrafyadaki bambaşka bir şirkete iş yapabiliriz. Bugün bunun her meslekte karşılığı var. Bugün dünyanın her yerinde birçok konuda uzman olan, düne kıyasla iş birliğine ve erişime çok daha açık milyonlarca freelance çalışan insan var. Bu geçiş sürecinin karmaşasında kendimizi bu resmin parçası yapabilmek için uğraşıyoruz, evet ama ben bu sürecin devamında, özellikle yetenek yönetiminde çok radikal bir dönüşüm olacağına inanıyorum.
Bir Orta Doğulu hasediyle her şeyin bir balon olmasını ve patlamasını istiyoruz
NFT son dönemin getirdiği trendlerden biri. Bu trend hakkında ne düşünüyorsunuz? Sizce dijital sanatın geleceği için bir dönüm noktası mı yoksa yeni bir teknolojik balon mu?
NFT’nin sanat ile ilişkisi çok enteresan. Sanat eserlerinin NFT metodu kullanılarak kıymetlenmesi ve kolayca sahiplenildiğinin düşüncesi bizde gündem oluşturdu. Oysa ki nasıl blok zinciri teknolojisi kripto paralar ile kısıtlı değilse NFT ile sanat ilişkisi de böyle. Birbirlerine muhtaç değiller ama bir araya geldiklerinde ilginç bir akım oluşturuyorlar. Bunun bir balon olması konusuna gelince; biz her şeyin bir balon olmasını ve patlamasını istiyoruz. O mağduriyeti izleyip Orta Doğulu hasediyle ondan keyif almak istiyoruz. Oysaki yatırımcının kıymetlendirdiği her şey kıymetli ve her şeyin kıymeti, ona para verenin uygun gördüğü kadar. NFT konusunda en büyük kafa karışıklığı, insanların -bir kısmı o eserlere yatırım yapanlar bu arada- NFT’nin kendisine ait bir sahiplik olduğunu sanması. Oysaki NFT bir anlamda bir noter kaydı. Bu dijital varlığın sahibi benim diyorsunuz. Diyelim ben şu an bir ekran görüntüsü aldım bu röportajdan ve NFT üzerinden satıyorum. Sattığım ekran görüntüsünün kendisi değil, o platformda yayınlandığı adresi. Yarın o platform kapansa, hiçbir sahiplik iddia edemem. NFT blok zincirinin somut uygulama örneklerinden ve benzer uygulamalarla yeni dünyanın vadettiklerini görmeye devam edeceğiz.
Dijital çağın bize sunduğu nimetler çok kıymetli olsa da bunların çevreye etkileri göz ardı ediliyor. Örneğin NFT eser üretiminde kağıda göre 90 kat daha fazla karbon doğaya salınıyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
ABD’de yaşanan ekonomik kriz sonrasında Satoshi Nakamoto isimli bir kişi ya da grup kripto para dünyasında bitcoin olarak anılacak akçenin temellerini attı. Temel felsefe şuydu: “Dünyada para musluğunun başını tutan devler var ve bunlar bizler üzerinden kurdukları merkezi sistemlerle para kazanıyorlar. Bütün kurgu kendilerinin ilelebet ayakta kalacağı şekilde. Oyunun bu kuralları ile bizim galip gelmemize imkan yok. Biz merkeziyetsiz bir yapı kuruyoruz.” Bu girişim son derece sistem muhalifi bir yol çizdi ve insanlar bu yoldan yürümeye başladılar. Bugüne gelirsek; örneğin Türkiye’de kripto paraya yatırım yapan birine; “sistem karşıtlığı ya da merkeziyetsiz yapı yaklaşımından” bahsedersek ne cevap alacağız? Bugünün insanının bunlarla bir ilgisi kalmadı. Kripto para işi de tüccarlığa, al sat işine döndü. Artık bu düzenin yeni lordları var, arada silkelenenler var, kurallar yeniden yazılmış durumda. Bu insanlara, “Bak kardeşim bütün bunlar daha iyi bir dünya için yapılmıştı, ama senin bunun için tükettiğin enerji dünyayı korkunç bir yere götürüyor ve büyük bir bilişim kaynağını sen havadan oluşturduğun bir değer için harcıyorsun”, desen ne olacak? Yüzüne boş boş bakacak. Bugün bu kripto para sisteminin avukatlığını yapanların, Japonların vahşi yöntemler balina avlamasından herhangi bir farkı yok. İşin içine kazanç ve fırsat girince insanın dünyanın her yerinde gözüne perde iniyor.
Clubhouse’da en zor şey dinleyici kalmak
Ses odaklı iletişimin gücüne inanan birisiniz. Özellikle podcast tarafında ciddi miktarda içerik üretiyorsunuz. Ama Clubhouse’ın patlama yaptığı dönemde başta bu mecra konusunda bir tereddüt yaşadınız gibi hissettik. Ve sanki haklı da çıktınız. Clubhouse benzeri platformların özelinde sesin iletişimin geleceğindeki rolü açısından neler söylemek istersiniz?
Ben radyonun iletişim aracı olarak çok güçlü olduğu zamanlarda büyüdüm. İlk radyo programımı yaptığımda sesin çok güçlü bir mecra olduğunu, yöntem olarak da ne kadar zor ve yayıncı adına ne kadar yabancılaştırıcı bir araç olduğunu fark ettim. Ancak özellikle bugünün dünyasında, bu kadar görsel odaklı, sosyal medya aracıyla uyarılmış zihinlerde, sadece ses ile heyecan uyandırmak hiç kolay değil.
Clubhouse, sadece ses ile iletişim kurulabilen bir yapısı olması gereği ve herkesin konuşmak istediği varsayılarak kurgulanmasından dolayı, bazı temel problemlere sahip. Ben şu ana kadar CH’da hiç yayın yapmadım, bazı odalara dinleyici olarak katıldım. Bu platformda en zor şey dinleyici kalmak. Beni sağ olsunlar dinleyici katıldığım odalarda hemen konuşmaya davet ediyorlar, ben çoğunlukla uygun olmuyorum, ama bunu belirtemiyorum. En azından meşgulüm gibi bir mod olsaydı bile anlamlı hale gelebilirdi. Bu işin işlevsel kısmı ile ilgili, ama genel olarak başka problemler var.
Öncelikle herkesin konuşacak bu kadar çok şeyi yok. Mesela seninle otururuz, kel alaka bir konuda geyik muhabbeti yaparız, ama bu bizi bin kişinin dinlediğinde anlamlı bir şey çıkacağı anlama gelmez. Konuşacak şeyin olmadığında zoraki konuşmaya başlıyorsun ve içerik boşalıyor. Bu özellikle bizim gibi fikirleri ile kimlik imal etmeye çalışanlar için çok tüketici oluyor.
Öncelikle herkesin konuşacak bu kadar çok şeyi yok. Mesela seninle otururuz, kel alaka bir konuda geyik muhabbeti yaparız, ama bu bizi bin kişinin dinlediğinde anlamlı bir şey çıkacağı anlama gelmez. Konuşacak şeyin olmadığında zoraki konuşmaya başlıyorsun ve içerik boşalıyor. Bu özellikle bizim gibi fikirleri ile kimlik imal etmeye çalışanlar için çok tüketici oluyor.
Platformun yapısı gereği ise anlık bir durum var. Konuşuyorsun ve uçup gidiyor. Bir sürü kıymetli insanlar tanıdım CH’da, çok güzel paylaşımlar yaptılar ama uçtu gitti tüm bunlar. Ben ziyan olacak muhabbetler için bu kadar emek vermeyi anlamlı bulmuyorum. Bu konuşma aşkı ve hırsı, ortam kalabalıklaştığında ise birbirinden kopuk bir fikir karmaşası ortaya çıkarıyor. Bazıları bunun yeni bir tarz olduğunu düşünse de böyle olmadığını bugün CH’nın yeni kullanıcı elde etmede ne kadar zorlandığını görünce anlıyoruz. Herkesin sözü alır almaz bir öncekinden tamamen alakasız ya da kendinden üç, dört sıra önce konuşanla aynı sözleri söylediği bir ortam zor. Dolayısıyla bu yeni sesli dönem, insanların karantina sebebiyle dünyanın dört bir yanında evlerine kapandığında ilk olması sebebiyle ilgi çekti, bunun süreklilik taşıyacağını ise düşünmüyorum. Diğer yandan sesin, başarıyla kullanan kişi ve uygulamalarla önünün çok açık olduğunu düşünüyorum. Bence gelecek görüntüde değil seste. Akıllı hoparlörlerin araladığı dünyayı bir inceleyin mesela. Ses daha yeni başlıyor.
2018’de yaptığımız bir söyleşide, dijital platformlarda elimizdeki tek takas edilebilir akçe ‘güven’ demiştiniz. WhatsApp’ın gizlilik sözleşmesini güncellemesi sonra uygulamadan başlayan göç, tüm dünyayı sarsan Gamestop olayı, Türkiye’de Thodex konusundaki gelişmeler ve sonrasında insanların verdiği tepkilerle bu yıl aslında verilerinin kullanıldığı hiçbir platforma insanların artık inancının kalmadığını ve tepki vermek için fırsat kollandığını dolayısıyla “güven”in ne kadar önemli olduğunu tekrar gördük. Dijital dünyada güven odaklı bu başkaldırının ucu nereye varır?
Bu örneklerin hepsinin ortak paydası güven ama hepsi kendi içinde apayrı meseleler. Öte yandan konuya güven ve güvenin sarsılması, karşısında kitlelerin elindeki güç olarak baktığımda aklıma Türkiye tarihinin en nitelikli dolandırıcılarından biri olan Sülün Osman geliyor. İstanbul’a yeni gelenleri tespit edip Boğaz Köprüsü’ne ya da Galata Kulesi’ne hayranlıkla bakanlardan bu yapıların kendisinin olduğunu söyleyip, seyir ücreti talep ettiğine dair şehir efsaneleri var. Sülün Osman bir röportajında şöyle diyor: “Ben beni dolandırmak istemeyen hiç kimseyi dolandırmadım.” Yani benim dolandırdığım herkes aslında beni dolandırmak istiyordu, diyor. Bugün yaşadığımız bu güven probleminin altında yatan şeylerden biri güveni karşılıklı olarak kaybetmiş olmamız. Karşısındakine güvensizlikle bakan insanların kendileri de güvenilmez insanlar. Bu yüzden bizim, örneğin blok zinciri gibi kimsenin kimseye güvenmediği bir ortamda güven tesis edecek teknoloji destekli araçlara ihtiyacımız var. Sosyal medya kitleleri görülmedik bir hızla bir araya getirip, tam olarak fikir sahibi olmadıkları meselelerle ilgili harekete geçirme kabiliyetine sahip. Bunun yakın tarihimizde örnekleri çok fazla. Bu karmaşaya kendimizi kaptırmadan önce çok iyi düşünmemiz lazım. Güven konusunda yaşadığımız tüm bu tatsızlıkları yaşamamak için bazı popüler atasözlerini içimizden tekrarlamamız lazım. Örneğin, “Bedava peynir sadece fare kapanında olur” gibi. Bu çağ deepfake’lerinden siber güvenlik kapsamında aldatma odaklı çalışan virüslere kadar her adımında, bize gerçek gibi görünen her şeyin sahte olma ihtimalini barındırıyor. Bunun karşısında iç güdülerimize ve vicdanımıza yaslanarak rahat etmemiz mümkün değil. Bu güvensizlik çağında ben bütün yaşadığımız krizlerinin çözümünün teknoloji ve ortaya koyduğu araçlarda olduğuna inanıyorum. Bütün sorunların temelinin teknolojiden bağımsız, onları kullanan zihinlerin, vicdanların bozukluğundan kaynaklı olduğunu düşünüyorum. Ama yine de eminim, vicdanlı ahlaklı ve güvenilir insanlar yeni teknolojileri kullanarak bu sorunlar için çözüm geliştirecekler.
Bu yazı Digital Report Dergisi 7. sayısında yayınlanmıştır.