Sosyal medya platformları, son yıllarda influencer kültürünün yayılmasıyla adeta tüketim çılgınlığını körükledi. Ancak bu duruma karşı çıkan ve daha bilinçli bir tüketim modelini savunan de-influencing hareketi hızla büyüyor. De-influencerlar, TikTok ve Instagram gibi platformlarda tüketicilere daha az harcamalarını, sahip oldukları ürünleri değerlendirmelerini ve gereksiz satın alımlardan kaçınmalarını öneriyor. TikTok’ta #deinfluencing etiketi altında 1,5 milyardan fazla görüntülenme alan bu akım, tüketim alışkanlıklarına farklı bir bakış açısı getiriyor.
De-influencerların mesajları, genellikle gereksiz tüketimi eleştiriyor ve çevresel sürdürülebilirliğe dikkat çekiyor. GQ dergisi İngiltere edisyonu tarafından aktarılan bilgilere göre, bu trend, tüketim alışkanlıklarını değiştirme ve çevresel farkındalığı artırma adına önemli bir mesaj taşıyor. Tüketiciler, artık influencerların önerdiği ürünleri sorgulamaya ve bu ürünlerin gerçekten gerekli olup olmadığını düşünmeye başlıyor. Örneğin, Diana Wiebe, pandemi döneminde sürekli sosyal medyada gördüğü cilt bakım ürünlerini satın alırken, bu alışkanlığının ne kadar gereksiz olduğunu fark etti ve kendi TikTok hesabında de-influencing içerikleri üretmeye başladı.
Christina Mychaskiw gibi içerik üreticileri de de-influencing trendine katılarak, bilinçli harcama ve tüketim kültürü hakkında içerikler üretiyor. Mychaskiw, “Al, al, al” mesajlarının sürekli olarak insanlara dayatıldığı bir ortamda, de-influencing’in bir tepki olarak ortaya çıktığını belirtiyor. Daha önce bir alışveriş bağımlısı olan Mychaskiw, şimdi ise takipçilerine gereksiz ürünlerden uzak durmalarını ve sahip oldukları şeyleri değerlendirmelerini öneriyor. “Bu ürün hayatımı değiştirmedi, beklentileri karşılamadı, paranıza yazık,” diyen Mychaskiw, daha az tüketmenin getirdiği özgürlüğü takipçileriyle paylaşıyor.
De-influencing hareketi, sosyal medya platformlarının tüketim kültürünü teşvik eden yapısına karşı gelişen bir tepki olarak değerlendiriliyor. Bu hareket, çevresel sürdürülebilirlik açısından da önemli bir mesaj içeriyor. Tüketiciler, influencerların önerdiği ürünlerin çoğunun gereksiz olduğunun farkına varıyor ve bu ürünlerin çevreye olan zararını sorguluyor. Örneğin, influencerların tanıttığı ürünlerin plastik ambalajlarının çoğu geri dönüştürülemiyor ve bu ürünler zamanla çöplüklerde birikerek çevreye zarar veriyor.
Solitaire Townsend, bu hareketin yalnızca tüketimi azaltmakla kalmayıp, aynı zamanda sosyal medya fenomenlerinin etkisini doğru yönde kullanarak çevresel farkındalık yaratabileceğini belirtiyor. Townsend, “Sürdürülebilir yaşam konusunda insanlar gerçekten içerik üreticilerinin bu konuda bize yardımcı olmasını istiyor. Onlardan bu davranışları modellemelerini bekliyoruz,” diyor. Townsend’in şirketi Futerra’nın Unilever ile yaptığı 2023 tarihli araştırmaya göre, TikTok ve Instagram gibi platformlar, sürdürülebilir yaşam hakkında bilgi almak için iyi yerler olarak görülüyor ve bu içerikleri izleyenlerin çevre dostu davranışlar sergileme olasılıkları %75 oranında artıyor.
Ancak, de-influencing hareketinin tamamen saf bir niyetle ilerlemediği de görülüyor. Bazı içerik üreticileri, pahalı bir ürün yerine daha ucuz alternatiflerini önererek yine tüketimi teşvik ediyor. Bu durum, hareketin özüne aykırı bir şekilde, tüketim çılgınlığının devam ettiğini gösteriyor. Mikayla Farwig gibi içerik üreticileri, bu durumu eleştirerek, “İnsanlar, ‘Bu 42 dolarlık dudak parlatıcısını almayın, bunun yerine 10 dolarlık olanını alın’ diyerek hala aşırı tüketimi teşvik ediyor,” diyor. Bu durum, de-influencing’in gerçekten tüketimi azaltmaya mı yoksa sadece farklı bir şekilde tüketimi yönlendirmeye mi çalıştığını sorgulatıyor.
De-influencing hareketi, sosyal medyada tüketim kültürüne karşı gelişen önemli bir tepki olarak karşımıza çıkıyor. Tüketicilerin bilinçli harcama yapmalarını teşvik eden bu hareket, aynı zamanda çevresel sürdürülebilirliği desteklemeyi amaçlıyor. Ancak, sosyal medya platformlarının ticari yapısına karşı bu hareketin ne kadar etkili olacağı ise zamanla görülecek.