Dijital 46’lıklar
99 depreminin merkezinden bedeni tek parça, ruhu bin parça çıkmış biri olarak aradan geçen yılların hiç eskitemediği travmalarıyla büyüyen bir nesilden geliyorum. O zamanlar henüz yeni yeni yaygınlaşmaya başlayan cep telefonları ve bu cihazların sunduğu mobil internet deneyimi günümüze kıyasla son derece ilkel kalıyordu. Sabit internet bile çoğu kişi için ihtiyaç dahilinde telefon hatları vasıtasıyla erişilen ve ihtiyaç giderilince “kapatılan” bir şeydi. İletişim sektörünün daha net bir tablosunu çizmek gerekirse, ölmeme şansına nail olan binlerce insan başlarına tam olarak ne geldiğini saatler sonra ancak araba radyolarından öğrenebilmişti. Felaket alanının dışındakiler ise “otokontrollü” tv yayınları ile kısmen neler olup bittiğine şahitlik etti.
Bu yazıda yüzlerce insanın hayatını kurtaran tweetlerden ve teknolojinin afet esnasında nasıl faydalı bir araç haline geldiğinden bahsetmeyeceğim. Denetim ve teyit mekanizmalarındaki zaaflarının bir takım insansı mahlukatın elinde nasıl bir tehlikeye dönüşebileceğinden de bahsetmeyeceğim. Bugün üzerinde durmak istediğim konu, depremin merkez üssünden yüzlerce kilometre uzaktaki milyonlarca insanın kalbindeki enkazı kimin kaldıracağı olacak…
Girizgahta bahsettiğim “eski günleri” yaşamış olanlar belki de kısıtlı iletişim olanaklarının pek hesap edilmeyen bir sonucu olarak “sadece çok üzülerek” kötü günleri atlatmayı başarmışlardı. Yaşadığımız son felakette ise Kahramanmaraş’tan Hatay’a kadar yıkılan binlerce binaya ait yakın çekim görüntüye, yardım çığlığına, zorlukla gönderilmiş “son bir umut mesajına”, isyana ve hepsinden beteri derin bir çaresizliğe maruz kaldık. Sıcak bir yatağımız, içecek bir tas çorbamız olduğu için adeta utandık! Kendi seferberliğimizi kendimiz ilan ederek gerek STK’lar, gerek yerel yönetimler gerekse bireysel çabalarla vinç operatöründen gönüllü doktoruna kadar herkes elinden ne geliyorsa yapmaya çalıştı.
Bu felaket günlerinin acısı biraz olsun azalmaya başladığında depremin çıplak gerçekliğiyle doğrudan temas eden insanlarımızın psikolojik olarak yeniden ayağa kaldırılabilmesi kadar, aynı acıyla sanal olarak kuşatılmış günler hatta haftalar geçirenleri de unutmamamız gerekiyor. Toplumumuzun ruh halindeki ani değişimin sosyolojik etkileri önümüzdeki dönemde daha büyük travmalara yol açmadan bir rehabilitasyon planlaması yapmanın faydalı olacağını düşünüyorum.
İletişim teknolojilerinin güçlenmesi sayesinde belki yüzlerce hayat kurtuldu, yardım organizasyonları koordine edilebildi, sağlık ve kurtarma ekipleri doğru noktalara aktarılabildi ve bölgedeki insanların hayatını devam ettirebilmesi için kritik öneme sahip malzemelerin transferi gerçekleştirilebildi. Üstelik tüm bunlar bu boyutta bir felaket için uygulanabilir bir planı olmadığı anlaşılan operatörlerin yetersizliğine rağmen başarılabildi. Evet, teknoloji bize büyük faydalar sağladı fakat benzeri afetlerde artık “sadece üzülmemize” izin vermeyeceğini de açıkça göstermiş oldu…
Bu yazı Digital Report Dergisinin 16. sayısında yayınlanmıştır.