Dijital 46’lıklar
Artık sonuna doğru yaklaştığımız 2022 yılı, geniş halk kitlelerinin DALL-E2 ve Midjourney gibi servisler aracılığıyla yapay zeka ile tanışması açısından kritik bir dönemeç oldu. Ne yiyeceğimiz, ne izleyeceğimiz, ne giyeceğimiz ve kiminle aşk yaşayacağımıza kadar pek çok konuda kendini fazla belli etmeden hayatımıza eşlik eden yapay zeka ile belki de ilk kez arada bir perde olmadan “üçüncü türden bir yakınlaşma” yaşadık. Sadece birkaç kelime yazarak ortaya çıkardığımız sanat eserlerine hayranlıkla bakarken “bunu kimin yarattığı” sorusu da zihinlerimizi meşgul etmeye başladı. Sıfırdan bir hikaye yazmaya olanak tanıyan yapay zeka servisi NovelAI sayesinde bir “çok satanlar yazarı” olmak artık hiç olmadığı kadar kolay hale geldi. Sadece birkaç tıklama ile gerçekte var olmayan bir sunucu tarafından bir ürünün tanıtıldığı videolar üretmeye olanak tanıyan yapay zeka servisleri ise artık sıradanlaştı. Video üretim işinin bir sonraki aşaması ise Google’ın Imagen Video ve Meta’nın Make-a-Video servislerinin hayatımıza girmesi ile yaşanacak. Hayal ettiğimiz videoyu sadece yazarak anlatmamız, yapay zekanın bu bilgilerle ortaya fantastik sonuçlar çıkarmasına yeterli olacak. Hayal gücümüzü yapay zekanın usta ellerine teslim ederek tek bir sahne bile kaydetmeden ortaya uzun metraj bir film çıkarabileceğimiz günler sandığımız kadar uzakta olmayabilir.
Resim, edebiyat ve hatta sinemada yaşanacak yıkıcı bir dönüşümün temelini çoktan atmış olan yapay zeka teknolojisinin, insan zekasının yaratıcılığının yerini dolduramayacağı ve yapmakta olduğu işin belirli girdiler için uygun algoritmaları çalıştırıp belirli çıktılar vermekten ibaret olduğunu savunanlar da var. İşe bu yönüyle bakanlar ortada bir “zeka” değil “çok iyi çalışan bir otomasyon” görüyorlar.
Peki, bir ressam bir resim çizerken zihnine o imajlar nereden geliyor? Ya da bir yazarın yazdığı romandaki karakterler ve yaşayacakları maceralar nereden aklına geliyor? Daha basit düşünelim. Bu akşam ne yiyeceğinize veya ne izleyeceğinize nasıl karar veriyorsunuz? Kiminle bir akşam yemeğine çıkmak için can atıyorsunuz? Günlük hayatımızda verdiğimiz basit kararlar gibi yaratıcı eylemlerimizin de kaynağına indiğimizde “geçmişte yaşadığımız deneyimler” adlı veri tabanımızdaki girdiler üzerinde çalışan bazı muhteşem algoritmaların verdiği çıktılardan başka bir şey bulamazsak ne olacak? Eğer hayatınızda biri varsa hemen şimdi birlikte olduğunuz bir fotoğrafı açın ve yüz hatlarınızı dikkatlice inceleyin. Çok yüksek bir ihtimalle çene, alın, yanak ve gözlerinizin temel hat çizgilerinin birbirine çok benzediğini fark edeceksiniz. Ama bir dakika! Siz tamamen özgür iradenizle onu seçmiştiniz, değil mi? Nörobilim alanında yaşanan gelişmelerin temeline dinamit koyduğu “özgür iradenin” en az yapay zekanın özgünlüğü kadar sahte olabileceğini hiç düşündünüz mü? Bu durumda zekanın yapayı ile doğalı arasındaki çizgiyi nereye çekeceğiz? Özellikle makine öğrenimi teknolojisi ile basit kural setlerini aşıp kendini geliştirebilen bir zekadan bahsediyorsak… Günümüzde sayamayacağımız kadar çok farklı uygulaması ile hayatımızın her alanında yer alan yapay zeka, insan zekasını daha iyi taklit etmeye başladıkça distopik bilimkurgu filmlerinde gün yüzüne çıkan gelecek endişeleri akılları daha fazla kurcalamaya başlayacak gibi görünüyor. Bununla birlikte yapay zekanın insanlığın aydınlanma serüveninde yeni bir Prometheus olabileceğini düşünüyorum. Peki, Zeus’un vereceği cezayı bu sefer hep beraber çekmeye hazır mıyız?
Bu yazı Digital Report Dergisinin 15. sayısında yayınlanmıştır.